29 Kasım 2012 Perşembe

Zar 'ZOR'

Namı diyar Süleyman Çavuş, bilir kişi. (kendileri annemin rahmetli dedesi olur)  Bazı insanların hayatla haşir neşirliği pek çoğumuzdan farklı olur. Bir başka saygı duyulur bir başka güvenilir sözlerine. Süleyman çavuş Uşak'ın bir köyünde yaşar ve askerliğini çavuş olarak yapmıştır. Köy yerinde sözüne güvenilen Süleyman'a birde 'ÇAVUŞ' sıfatı eklenince geçmişinden, sözü üstüne söz söylenemeyecek bir hükümet yapmıştır köylü gözünde onu. Annemin ve annanemin anlattıklarından mütevellit kimin paylaşılacak mirası olsa  Süleyman Çavuş'a, kime dışardan kız istenecekse Süleyman Çavuş'a, kimin kolu bacağı çıksa Süleyman  Çavuş'a, kimin çocugu hastalansa Süleyman  Çavuş'a şeklinde bir yaşam sürmektedir. Hatta okadar bilir kişi ki emziren bir annenin göğsü şişse (sanırım bu mastit oluyor :)) tavsiye ettiği ilaçlarla derman olan bir lokman hekim. Sözün kısası akıllı, otoriter ve tecrubeli bir dedenin tostorunuyum anliycaanız :)).

Bu geniiiş Süleyman Çavuş tasvirinin konumuzla ne ilgisi olduğuna gelince; bize geçmişten gelen bir teselli Süleyman Çavuş'un öğretileri hatta belkide züğürt tesellisi demeli. Deniz'in günlerce bitmek bilmeyen ağlamalarına bulunamayan çözümler sonunda bir sorun olmadığına, Deniz'imizin normalinin bu olduğuna ikna olma çabası belkide. Annemin söyledigine göre köyde çook ağlayan hatta tam orjinaliyle 'sabaha kadar çığıran'  çocuklar için Süleyman Çavuş'un yaptığı yorum şudur:
- Kızım cok ağlayan çocuk cin fikirli akıllı olur. O yarın  zehir gibi olur, utandırır.

Deniz bugün 11 aylik ve doğduğundan beri bi çareyim. Kendimi hayatımın hiçbir döneminde bukadar çaresiz, bu kadar güçsüz ve beceriksiz hissettiğimi hatırlamam. Aksine becerikli ve pek çok işi bir arada yürütebilen bir yapım olduğu söylenir. Di Deniz'den önce.

İnsanın çocuk sahibi olması hayatında büyük bir değişimin başlangıcı evet, ama sadece fiziki anlamda değil. Yani bende çok farklı boyutlarda bir değişim oldu. Bunun için önce yaradana sonra Deniz'ime müteşekkirim.

Üniversitede formasyon derslerinden birinde insanın gelişimi üzerine felsefi görüşleri incelerken benimsediğim ve iddia ettiğim bir tanesi vardı. 'İnsanın karakteri boş bir levhadır'. Doğduğu hatta anne karnında oluştuğu andan itibaren şekillenir. Annenin hisleriyle, ufacık bir ayrıntıyla, kaçıncı çocuk olduğuna kadar pekçok etken bunu değiştirir yani çevresel etmenler karakterde belirleyicidir diye düşünüp önüme gelen anneleye gevrek gevrek bunu anlatır hatta iddia eder ve yaramaz, uslu vs. çocuk karakteri senin elinde derdim. Offf... ne büyük laf, boyumdan büyük hemde. Çağdaş'ın amcasının küçük oğlu için çok dertlenen ailesine bir bebek ne kadar zor olabilirki 'bebek sonuçta' derdim :) vah ki ne vah.

İşte Deniz'in gelişiyle içine girdiğim değişim tamda bu. Flash back yaşadığım her ayrıntı aklıma geliyor, tüüm hatalı söylemlerimin bir bir hesabını veriyorum. Ben insanlar hakkında pek kötü düşünüp plan program kuramam politik, kaotik bir yapım yok diye düşüp derdim ki egoistçe; ben kötü bi insan değilim, iyi bi insanim ben. :)) Yok arkadaş kötüymüşüm ve şimdi Allah beni Deniz'le sınıyor. Reankarnasyonmu adı dünyada ahiri yaşamakmı herneyse işte ondan.

Tüm açık yürekliliğimle itiraf ediyorum: -Var efendim, zor cocuk var. İnsan boş bir levha değil, rahmime düştüğü anda karakteri belli ve ben yanılıyor olduğumu yeni anlıyorum. Bir bebek o kadar zor olabilir ki tüm yetilerini kaybettiğini düşündürebilir insana.

Şimdi bir durum tespiti yapalım. 'Gönülsüz sevişmeden huysuz çocuk doğarmış', en geriye gidelim :))  Burda bir sıkıntı yok. ;) Devam ediyorum, 'zor hamilelik huzursuz çocuk demektir' dediler, belkide dünyanın en keyifli hamilesiydim. Ben ki dokuz ay boyunca bulutların üstünde dolaştım, etrafta ne ufacık bir sinir, ne minicik bir gerginlik. Ve 'sezeryanla doğan çocuklar hassas olurmuş' al sana ağrılı sancılı normal doğum. Hiç bir varsayım bizim üzerimizde etkili değil görüdüğü üzere. :)))

Ani bir gelişti evet, ama kuzum doğdu, hastane yoğun bakım, oydu buydu eve geldik. Okadar uslu okadar sessizdi ki, annesi yana yakıla yaralarını sararken uyudu Deniz'im 3 hafta, bakmalara doyamadık. Derken bugün gibi hatırlıyorum 3 hafta bitti, bir avaz başladı Deniz'de ama ne avaz. Hele ara ara bazı dönemlerimiz varki, blok halde bir ay boyunca 1 kare fotograf çekememişiz mesela :)). Ve bugün itibariyle 11 aydır neler yapmadık ki, hayatta yapacağımı hiç düşünmediğim. Bu arada arayışlarımda sürekli sonuçsuz kaldı elbette. Çok kısa birkaç anneyle benzeri dertleşmelerin ötesine geçemedi bulduklarım. Sonra düşündüm ve şöyle bir sonuca vardım; bebeklerle ilgili kitaplar yazılır, tavsiyelerde bulunulur, Çünkü pek çok annenin tecrubelerini paylaşması bir örnek olaydır bilim dünyasi için. Ama birde kitaplarda cevap bulunamayan bebekler vardır ki, o bebeklerin anneleri bırakın yazıp çizmeyi yaşamayı hatırlamak için bile baya zorlanırlar bebelerini büyütünce. Zor bebeklerin anneleri paylaşımda bulunamadıkları ve bebekleri büyüdüğünde ise, yaşadıklarının çoğunu unuttuklari için literatürlerde pek zor bebeklere rastlamak mümkün değildir bence :))

İşte en başta dedim ya züğürt tesellisi belkide diye, her sey bitti Süleyman Çavuş'un sözlerinden bile medet umar duruma geldiğim oldu.

Önce 40 ımızın çıkmasını bekledim hep öyle dediler olmadi, Deniz'im 40 gün hem ağladı hem uyumadı. Sonra 3 ay dediler koliktir geçer, gördümki kolik bizi ifade etmiyor. Çünkü kolik bebekler saat 7'den 11'e ağlıyor, oysa Deniz'im gün olur sabahtan akşama ağlardı. :(

Gece sabaha kadar hiç uyumadığım çok oldu ama bazen Çağdaş işe giderken, nasıl aksam olacak bugün diye ağlardım. :( Çünkü Deniz hem kucağımdaydı, hep tosuncuktu, hem uykusuzdu, bütün gün Deniz kucağımda dolaşacaktım ve ben uyunmamış bir gecenin sabahındaydım, hatta işin kötüsü birgün öncede uyumamıştım ve hatta hatta bir gün öncede :((

O durumlarda fiziksel çaresizliklerim vardı bir cebimde. Diğer cebimdeyse doktor doktor gezdirilmiş ve herşey normal huyu böyle diye eve dönülmüş bir bir başka çaresizlik. Bir derdi var ve ben onu bulamıyorum durumu. Hoş o durum hala mevcut bu bünyede, ama üzerinde düşünmemeye çalışıyorum  yoksa azcık toparladığım ruh saglığımı yeniden yitirebilirim yeniden. Haftalarca memeyi sadece ayakta gezerek ve aspratörun altında aldı mesela.  Kime sorduysam şaırdı, biz öyle bişey hiç yaşamadık bilemiyorum.

İlaç mı? 'Bebeğime asla vermiycem' dedim, aylarca sadece kakasını yaptırmak için bile fitil kullandım.  Huysuzluk hat safhalara vardığında, ağlama krizlerinde parasetamol verdim pişmanmiyim? -Bilmiyorum, ama bildigim bişey var: 'Çaresizliğim tek gerçekti'.

Sadece günü geçiren annelerden olmam  asla dedim, birgün sonrasını hatta bir yıl, on yıl sonrasını düşünerek yaşarım derdim, şuan gün değil anı kurtarsam şansli hissediyorum.

Bunların yanında aniden gelen kriz ağlamaları bazen suçlu kadın bakışlarına bile sebep olmuş olabilir. Markette öyle bir çığlıkla başladıki birgün ağlamaya tüm insanların gözünde tek bi ifade ahh yavrum bişey yaptılar çocuğaa, niye öyle ağlattın bi yerini mi acıttın - Yok o hep öyle :(((

Okuduğum bir makalede bebekleri üç çeşit olduğundan bahsediyordu: kolay, tepkisiz, ve zor bebekler. Hiç birşey yapamayan bir bedene çok şey yapmak isteyen bir ruh girmiş gibidirler diyordu. CUK!!!

Her an ayakta ve kucakta olmayı artık önemsemiyorum, bu pozüsyonda birde yeni şeyler yapmak istiyoruz surekli..

Elim boş kaldıkça aklım senaryolar yazmaya devam ediyor hala, ilk üç hafta görenleri şaşırtan kuzuma ne yaptım bende bu hale geldik diyorum.

Rahat anne-rahat bebek sözünü duydukça daha çok geriliyorum mesela. Bundan daha  rahatsız edici bir laf yok zor bebek annelerine. Durumun böyle olmadığını bunu sadece tecrube eden bilir. Acaba annenin rahat olmasının bebeğin mizaciyla ilgisi olmasin?? Yoksa rahatlığı kanıtlanmış çok anne tanıyorum bebekten sonra pozitifliğinden eser kalmayan.

Yazılıp çizilecek okadar derdim, ahım, var ki bu konuda. Kağıda karalayamadıklarımı sanal kağıtlarda, bir köşede kalsın günün birinde ya bana yeniden ayağa kalkmak için, ya bir başka bir anneye 'evet bende bunları düşündüm' demesi için yada Deniz'ime, okuyup bana daha sıkı sarılması için lazım olacağını düşünerek bu bloga kaydediyorum.

Evet zar zor geldik biz bu güne, hala da cok kolay ve rahat değiliz. Tesellimiz kuzumuzun sağlıklı olması. İyi kilo alması herşeye tepki vermesi vs. uykusuzluğun yorgunluğun geçeceğini biliyorum en azından, ama bazı davranışların kalıcı olmasından endişeliyim zaman zaman. Bu hırçınlığın kuzumun kişiliği olmasından, en önemlisi onun sürekli memnuniyetsiz ve mutsuz olmasını kabul edemediğimden bu kaygılarım. Mutlu olsun istiyorum ne yapayım.

Tracy Hogg, Süleyman Çavuş ve daha bir çokları zor çocukları kabul etmişken analarmı etmeyecek haşa ne haddime. Dünyanin en şanslı kadınıyım bukadar akıllı bukadar mis kokulu bir kuzum olduğu için. Hamileyken hep dua ederdim akıl sağlığı dahil herşeyi tam olsun Allahım diye. Çok şükür binlerce kez. Ama insanız sonuçta, canda cananda vazgeçilmez ya,  şu  dil laf edebilecek biryer buldumu laftan, şikayetten, dırdıan kaçınmıyor vesselam.

Mutlu, umutlu kendine yeten iç huzuru olan bir yürek olsun istiyorum çok mu?