28 Aralık 2012 Cuma

Zeynep Birdane...



Dert, tasa, hayatın ne kadar yorucu olduğu üzerine kurulu bir bilinçle gün geçirioruz ne acı. Oysa acı olan minicik bir bedenin henüz farkında bile olmadığı boyundan büyük kayıpları.

Duyduğumda saatlerce beynimden vurulmuşa döndürdü beni bu haber. Önceleri bukadar derin yaralanırmıydım bilmem, ama şuanki  hislerimin tarifi yok, ciğerime diken saplanmş gibi.

Minik Zeynep'in yüzü kanlar içinde taşların arasında şaşkın bakışları gözlerimin önünden gitmiyor ve gitmeyeceğe benziyor uzunca bir süre.

Kader böyle birşey mi, buna insan müdahalesi ne kadar etki eder?  Yaradanın bir bildiği var, evet ama nasıl bir çile başladı şuan farkındamısınız.

Anne babası yoklar artık, ölmeye hakları bile yokken, şuan en ölmemeleri gereken zamanken, 1 yaşındaki kuzularını bırakıp nasıl giderler? O annenin ruhu benenini nasıl terketti kimbilir!!! Neler geçti gözünün önünden, nasıl bir çaresizlikti can verirken yaşadığı?

Ya Zeynep ... Denizimde bir yaşında bugün. Aklım almıyor olmadığımı. Olmadığımda Deniz'in nasıl olmaya çalışacağını. En sakinleşmek istediği anı, ağzını burnunu annesinin göğsüne sürerek ağladığını düşündükçe kalbim düğüm düğüm oluyor. Ne yapacak Zeynep kuzu? Nasıl çıkacak bu boyundan büyük acıyla hayat kavgasından? 'Nasıl bir gelecek bekliyor?'u düşünmüyorum bile daha, acı tatlı yaşadığı bu koca bir yıllık ömrü kadar, bir yılı daha, bir bir yılları daha nasıl geçirecek annesi olmadan? Hastalandığında başında kim bekleyecek demiyorum bile, uyandığında annesini arayan gözleri kime bakacak, kimle avunacak. Her ağladığında sığındığı, sıcacık ana kucağı olmadan, içi kocaman bir boşlukla büyüyecek o kocaman yürekli minik kız, neye tutunacak annesi yokken.

Dedimya kelimeler yetmiyor, tarifsiz bir acı oturuyor insanın yüreğine düşündüğü vakit. Allah sabrını verir geride kalana ama, bir kucak vermeli herşeyden önce Zeynep'e, onu kayıtsız şartsız, karşılıksız ve sonsuz sevecek bir kucak, sabır ikinci planda.

Hasta olmaya, ağlamaya, yorulmaya bile hakkı olmayan bir anne nasıl olurda ölebilir! Nasıl olurda bir kuzu bu kadar erken anasız kalabilir, Allahım günah yazma, hayırda şer de sendendir ama, bu nasıl bir şerdir...

29 Kasım 2012 Perşembe

Zar 'ZOR'

Namı diyar Süleyman Çavuş, bilir kişi. (kendileri annemin rahmetli dedesi olur)  Bazı insanların hayatla haşir neşirliği pek çoğumuzdan farklı olur. Bir başka saygı duyulur bir başka güvenilir sözlerine. Süleyman çavuş Uşak'ın bir köyünde yaşar ve askerliğini çavuş olarak yapmıştır. Köy yerinde sözüne güvenilen Süleyman'a birde 'ÇAVUŞ' sıfatı eklenince geçmişinden, sözü üstüne söz söylenemeyecek bir hükümet yapmıştır köylü gözünde onu. Annemin ve annanemin anlattıklarından mütevellit kimin paylaşılacak mirası olsa  Süleyman Çavuş'a, kime dışardan kız istenecekse Süleyman Çavuş'a, kimin kolu bacağı çıksa Süleyman  Çavuş'a, kimin çocugu hastalansa Süleyman  Çavuş'a şeklinde bir yaşam sürmektedir. Hatta okadar bilir kişi ki emziren bir annenin göğsü şişse (sanırım bu mastit oluyor :)) tavsiye ettiği ilaçlarla derman olan bir lokman hekim. Sözün kısası akıllı, otoriter ve tecrubeli bir dedenin tostorunuyum anliycaanız :)).

Bu geniiiş Süleyman Çavuş tasvirinin konumuzla ne ilgisi olduğuna gelince; bize geçmişten gelen bir teselli Süleyman Çavuş'un öğretileri hatta belkide züğürt tesellisi demeli. Deniz'in günlerce bitmek bilmeyen ağlamalarına bulunamayan çözümler sonunda bir sorun olmadığına, Deniz'imizin normalinin bu olduğuna ikna olma çabası belkide. Annemin söyledigine göre köyde çook ağlayan hatta tam orjinaliyle 'sabaha kadar çığıran'  çocuklar için Süleyman Çavuş'un yaptığı yorum şudur:
- Kızım cok ağlayan çocuk cin fikirli akıllı olur. O yarın  zehir gibi olur, utandırır.

Deniz bugün 11 aylik ve doğduğundan beri bi çareyim. Kendimi hayatımın hiçbir döneminde bukadar çaresiz, bu kadar güçsüz ve beceriksiz hissettiğimi hatırlamam. Aksine becerikli ve pek çok işi bir arada yürütebilen bir yapım olduğu söylenir. Di Deniz'den önce.

İnsanın çocuk sahibi olması hayatında büyük bir değişimin başlangıcı evet, ama sadece fiziki anlamda değil. Yani bende çok farklı boyutlarda bir değişim oldu. Bunun için önce yaradana sonra Deniz'ime müteşekkirim.

Üniversitede formasyon derslerinden birinde insanın gelişimi üzerine felsefi görüşleri incelerken benimsediğim ve iddia ettiğim bir tanesi vardı. 'İnsanın karakteri boş bir levhadır'. Doğduğu hatta anne karnında oluştuğu andan itibaren şekillenir. Annenin hisleriyle, ufacık bir ayrıntıyla, kaçıncı çocuk olduğuna kadar pekçok etken bunu değiştirir yani çevresel etmenler karakterde belirleyicidir diye düşünüp önüme gelen anneleye gevrek gevrek bunu anlatır hatta iddia eder ve yaramaz, uslu vs. çocuk karakteri senin elinde derdim. Offf... ne büyük laf, boyumdan büyük hemde. Çağdaş'ın amcasının küçük oğlu için çok dertlenen ailesine bir bebek ne kadar zor olabilirki 'bebek sonuçta' derdim :) vah ki ne vah.

İşte Deniz'in gelişiyle içine girdiğim değişim tamda bu. Flash back yaşadığım her ayrıntı aklıma geliyor, tüüm hatalı söylemlerimin bir bir hesabını veriyorum. Ben insanlar hakkında pek kötü düşünüp plan program kuramam politik, kaotik bir yapım yok diye düşüp derdim ki egoistçe; ben kötü bi insan değilim, iyi bi insanim ben. :)) Yok arkadaş kötüymüşüm ve şimdi Allah beni Deniz'le sınıyor. Reankarnasyonmu adı dünyada ahiri yaşamakmı herneyse işte ondan.

Tüm açık yürekliliğimle itiraf ediyorum: -Var efendim, zor cocuk var. İnsan boş bir levha değil, rahmime düştüğü anda karakteri belli ve ben yanılıyor olduğumu yeni anlıyorum. Bir bebek o kadar zor olabilir ki tüm yetilerini kaybettiğini düşündürebilir insana.

Şimdi bir durum tespiti yapalım. 'Gönülsüz sevişmeden huysuz çocuk doğarmış', en geriye gidelim :))  Burda bir sıkıntı yok. ;) Devam ediyorum, 'zor hamilelik huzursuz çocuk demektir' dediler, belkide dünyanın en keyifli hamilesiydim. Ben ki dokuz ay boyunca bulutların üstünde dolaştım, etrafta ne ufacık bir sinir, ne minicik bir gerginlik. Ve 'sezeryanla doğan çocuklar hassas olurmuş' al sana ağrılı sancılı normal doğum. Hiç bir varsayım bizim üzerimizde etkili değil görüdüğü üzere. :)))

Ani bir gelişti evet, ama kuzum doğdu, hastane yoğun bakım, oydu buydu eve geldik. Okadar uslu okadar sessizdi ki, annesi yana yakıla yaralarını sararken uyudu Deniz'im 3 hafta, bakmalara doyamadık. Derken bugün gibi hatırlıyorum 3 hafta bitti, bir avaz başladı Deniz'de ama ne avaz. Hele ara ara bazı dönemlerimiz varki, blok halde bir ay boyunca 1 kare fotograf çekememişiz mesela :)). Ve bugün itibariyle 11 aydır neler yapmadık ki, hayatta yapacağımı hiç düşünmediğim. Bu arada arayışlarımda sürekli sonuçsuz kaldı elbette. Çok kısa birkaç anneyle benzeri dertleşmelerin ötesine geçemedi bulduklarım. Sonra düşündüm ve şöyle bir sonuca vardım; bebeklerle ilgili kitaplar yazılır, tavsiyelerde bulunulur, Çünkü pek çok annenin tecrubelerini paylaşması bir örnek olaydır bilim dünyasi için. Ama birde kitaplarda cevap bulunamayan bebekler vardır ki, o bebeklerin anneleri bırakın yazıp çizmeyi yaşamayı hatırlamak için bile baya zorlanırlar bebelerini büyütünce. Zor bebeklerin anneleri paylaşımda bulunamadıkları ve bebekleri büyüdüğünde ise, yaşadıklarının çoğunu unuttuklari için literatürlerde pek zor bebeklere rastlamak mümkün değildir bence :))

İşte en başta dedim ya züğürt tesellisi belkide diye, her sey bitti Süleyman Çavuş'un sözlerinden bile medet umar duruma geldiğim oldu.

Önce 40 ımızın çıkmasını bekledim hep öyle dediler olmadi, Deniz'im 40 gün hem ağladı hem uyumadı. Sonra 3 ay dediler koliktir geçer, gördümki kolik bizi ifade etmiyor. Çünkü kolik bebekler saat 7'den 11'e ağlıyor, oysa Deniz'im gün olur sabahtan akşama ağlardı. :(

Gece sabaha kadar hiç uyumadığım çok oldu ama bazen Çağdaş işe giderken, nasıl aksam olacak bugün diye ağlardım. :( Çünkü Deniz hem kucağımdaydı, hep tosuncuktu, hem uykusuzdu, bütün gün Deniz kucağımda dolaşacaktım ve ben uyunmamış bir gecenin sabahındaydım, hatta işin kötüsü birgün öncede uyumamıştım ve hatta hatta bir gün öncede :((

O durumlarda fiziksel çaresizliklerim vardı bir cebimde. Diğer cebimdeyse doktor doktor gezdirilmiş ve herşey normal huyu böyle diye eve dönülmüş bir bir başka çaresizlik. Bir derdi var ve ben onu bulamıyorum durumu. Hoş o durum hala mevcut bu bünyede, ama üzerinde düşünmemeye çalışıyorum  yoksa azcık toparladığım ruh saglığımı yeniden yitirebilirim yeniden. Haftalarca memeyi sadece ayakta gezerek ve aspratörun altında aldı mesela.  Kime sorduysam şaırdı, biz öyle bişey hiç yaşamadık bilemiyorum.

İlaç mı? 'Bebeğime asla vermiycem' dedim, aylarca sadece kakasını yaptırmak için bile fitil kullandım.  Huysuzluk hat safhalara vardığında, ağlama krizlerinde parasetamol verdim pişmanmiyim? -Bilmiyorum, ama bildigim bişey var: 'Çaresizliğim tek gerçekti'.

Sadece günü geçiren annelerden olmam  asla dedim, birgün sonrasını hatta bir yıl, on yıl sonrasını düşünerek yaşarım derdim, şuan gün değil anı kurtarsam şansli hissediyorum.

Bunların yanında aniden gelen kriz ağlamaları bazen suçlu kadın bakışlarına bile sebep olmuş olabilir. Markette öyle bir çığlıkla başladıki birgün ağlamaya tüm insanların gözünde tek bi ifade ahh yavrum bişey yaptılar çocuğaa, niye öyle ağlattın bi yerini mi acıttın - Yok o hep öyle :(((

Okuduğum bir makalede bebekleri üç çeşit olduğundan bahsediyordu: kolay, tepkisiz, ve zor bebekler. Hiç birşey yapamayan bir bedene çok şey yapmak isteyen bir ruh girmiş gibidirler diyordu. CUK!!!

Her an ayakta ve kucakta olmayı artık önemsemiyorum, bu pozüsyonda birde yeni şeyler yapmak istiyoruz surekli..

Elim boş kaldıkça aklım senaryolar yazmaya devam ediyor hala, ilk üç hafta görenleri şaşırtan kuzuma ne yaptım bende bu hale geldik diyorum.

Rahat anne-rahat bebek sözünü duydukça daha çok geriliyorum mesela. Bundan daha  rahatsız edici bir laf yok zor bebek annelerine. Durumun böyle olmadığını bunu sadece tecrube eden bilir. Acaba annenin rahat olmasının bebeğin mizaciyla ilgisi olmasin?? Yoksa rahatlığı kanıtlanmış çok anne tanıyorum bebekten sonra pozitifliğinden eser kalmayan.

Yazılıp çizilecek okadar derdim, ahım, var ki bu konuda. Kağıda karalayamadıklarımı sanal kağıtlarda, bir köşede kalsın günün birinde ya bana yeniden ayağa kalkmak için, ya bir başka bir anneye 'evet bende bunları düşündüm' demesi için yada Deniz'ime, okuyup bana daha sıkı sarılması için lazım olacağını düşünerek bu bloga kaydediyorum.

Evet zar zor geldik biz bu güne, hala da cok kolay ve rahat değiliz. Tesellimiz kuzumuzun sağlıklı olması. İyi kilo alması herşeye tepki vermesi vs. uykusuzluğun yorgunluğun geçeceğini biliyorum en azından, ama bazı davranışların kalıcı olmasından endişeliyim zaman zaman. Bu hırçınlığın kuzumun kişiliği olmasından, en önemlisi onun sürekli memnuniyetsiz ve mutsuz olmasını kabul edemediğimden bu kaygılarım. Mutlu olsun istiyorum ne yapayım.

Tracy Hogg, Süleyman Çavuş ve daha bir çokları zor çocukları kabul etmişken analarmı etmeyecek haşa ne haddime. Dünyanin en şanslı kadınıyım bukadar akıllı bukadar mis kokulu bir kuzum olduğu için. Hamileyken hep dua ederdim akıl sağlığı dahil herşeyi tam olsun Allahım diye. Çok şükür binlerce kez. Ama insanız sonuçta, canda cananda vazgeçilmez ya,  şu  dil laf edebilecek biryer buldumu laftan, şikayetten, dırdıan kaçınmıyor vesselam.

Mutlu, umutlu kendine yeten iç huzuru olan bir yürek olsun istiyorum çok mu?

15 Ekim 2012 Pazartesi

Bir tane de benden olsun...

Şimdi okuyacaklarınız hakkında çok yazılmıştır eminim ve yazılacaktırda hep. Çünkü insan çok yoğun duygular hissettiğinde dökmek paylaşmak ister. Ve bunun için en müsait zaman, hem bedeninde hemde ruhunda hissettiği çoğalmanın sancılarını yaşadığı, anne olduğu zamandır.

Ne zaman anne olur insan bilmiyorum. Ben doğarken zaten yarım anneydim :). Çünkü adım annemin karnındayken verilmiş nerimAN. Diğer yarısıda Deniz doğduğunda oldu nerimANNE.
Ruhu gezgin bir tip oldum ben hep, sürekli arayışta olan bir hastayımdır belkide bilemiyorum. Pek oturup keyif yapamam mesela, hamileyken bile olduğu gibi. Alışkanlıklarım yoktur benim. Ooohhh be şöyle bir kahve keyfi yapayım diyenlere imrenirim. Her sabah kahve içmişliği olmak hayata yerleşmek demek ya, ben hayata yerleşemedim hiç. Pabucunun içine taş kaçmış gibi, hani böyle  külodu poposunun  arasına sıkışmış gibi rahatsızım yani her daim. Sanatçı okulları mı böyle yaptı beni bilmiorum? Bişey yapmalı durumu var hep. Hani yaratıcılık olgular arasında kurulmamış ilişkiler kurmakya beynim hep öyle çalışır, hayatta kurulmamış ilişkiler ararım. Kendimi sabitleyemem ama istikrarli devamlılıklarım olmadığından pek bir işe de yaramaz bulduklarım. Zaman zaman kendimi fiziksel yorgunluk sağlayacak işlere sokmuşluğumda vardır düşünmekten yorulmamak uğruna.

Hal böyleyken bu gezginlik bir yandan başka bir duruma sokmuş beni alışamamak. Her neyse bu işte, alışkanlık haline getirememe durumu, kendi başına bir özellik olmuş. Bunun adı özgürlükse evet ben öyle biriyim. Alış verişle vakit geçirmeyi çook paralar harcamayı sevmem ama cebimde her an alış veriş yapabilecek gibi param olsun isterim. Kendimi özgür hissedderim canım istese alırım hesabı :)))

Bu arayış içindeki ruh haliyle şimdi soruyorum Neriman ne?  Anne, nerimANNE evet. Ama anne olmak kucağında Deniz varken miğden ağzına  gelsede kusamamaksa ve Neriman canı istediğinde herşeyi yapabileceğini hissedebilmeli, durumunda bir insansa bu denklemdeki bilinmeyenlere hangi değerleri verecek. Anne olmak hem dışarı çıkıp tek başına hava alayı isterken hem çocuğundan ayrılamamak sa kendi genetiğine aykırı olan bu durumdan memnun olma hastalığı mı demek ozaman? Kadının en GDO lu hali yani anne olmak :)))

Gerçekten ne demek anne olmak? Dokuz ay karnında taşımak, yemeyip yedirmek giymeyip giydirmek yada aylarca uykusuz kalmak mı? Yoksa bunlar aslında anneliğin en kolay yanları da asıl annelik çok daha başka bişey mi? Kendin olamamak gibi, hatta kendin olamadığın gibi hiç kimse de olamamak gibi :) Hiç kimse ve hiç birşey için vermediğin tavizleri  güle oynaya vermek gibi. Hani çatalına aldığın kremalı pastayı geri koymak gibi, elindeki dikeni tam çıkıyorken geri itmek gibi. Neyse ne gibi ama hayatı kursağında tutmak gibi her daim.

Hayatı kursağında tutmaktan mutlu olmak gibi...

30 Eylül 2012 Pazar

Sadece ANNE olmak !

Okullar açıldı, benim için ilk iş günü uzuuun aradan sonra epey uzun geçti, hatta pek geçmek bilmedi. Evdeydim çünkü, ruhum ve aklımla. Sadece cisimdim okulda.

 "Sudan çıkmış balık" denir ya hani, ne kadar gerçek bir sözmüş o. Su nerdeydi, ben neydim, buraya nasıl geldim, şimdiye kadar neredeydim? :( Bulunduğum mekanda bir geçmiş yaşantım var evet. Üstelik herkesi tanıyorumda. Ama bir çıplaklık hissi, yarımlık hakimdi sanki. Gözümün bir tanesini sökmüşümde evde bırakmışım sanki. Hem canım yanıyor hemde göremiyorum bu şekilde :)

Bebekler kendilerini annelerinin bedenlerinin bir parçası zannederlermiş. Bence annelerde bebeklerini kendilerinin bir parçasi zannediyor aslında. Bana yapışık sanki, evde bıraktım diye soluyor, yaşayamıyor bensiz.

Oysaki annemle yani annanesiyle birlikte ve biliyorum yaptığım büyük bir arsızlık, pek çok annenin bebeğini çok daha küçükken tanımadıkları ellere bırakmak zorunda kaldığı canım ülkemde.

Ama annelik arsızlık ya işte. Bir saniyenin hesabını yapmak ya yanında yokken. Uyuması için gözüne bakmak ama uyuduğunda da özlemek ya bebeğini. Ağlamasın diye çırpınmak ama ağlayışını da merak etmek ya ilk doğduğu günler. Yani bir hastalık ya annelik...

İşte bu yüzden kadınlar bir süre sadece anne olmalı, olabilmeli. Ne eş, ne kadın, ne evlat, ne kardeş, ne gelin, ne arkadaş, ne öğretmen, ne de insan, sadece ANNE...

Tadını çıkarmalı kuzusunu koklamanın, hiç birşey düşünmeyebilmenin. Eksiğin fazlanın hesabını yapmayabilmeli, ileriyi geriyi düşünmeyebilmeli. Mesela akıl etmeyebilmeli yanlışı doğruyu, sınırsızca sorumsuzca anne olmalı, öpmeli, koklamalı, beslemeli sadece.

Ve hatta yaradan da bir kıyak geçmeli, uykusuz aylarca ayakta kalabilmeli. Sadece anne olabilmeli.

29 Eylül 2012 Cumartesi

Içimde bir deniz...

Tam dokuz ay önceydi...

Ben hala tek bedende iki porsiyondum, çoktum. Içi dolu fıçıcıktım. Mutlu, umutlu ve herşeyden öte mantıklıydım. :) Herşeye ben karar verebiliyordum üstelik. Iyi olacak diyordum oluyorduda. Suan yavaş yavaş dağılan bu bulutlar, ne zaman gelip çöktü üstümüze tam olarak çözemedim hala. Ben mi sebep oldum diye sordum hep ve sordukça sebebe boğuldum. "Annelik kendini herşeyden sorumlu hissetmekmiş" doğru, hemde yüzde bi milyon. Sorumlu oldum, ama bu SORUNLU hale gelmeme sebep oldu anlayamadım. Ben bir sebep aradıkça soruna boğuldum ve çıkamadım. Ustüste gelen ne varsa geldi girdi kapımdan, açık bıraktım çünkü.

Ve yumurta da tavuktan çıktı, tavukta yumurtadan.

Oysa dokuz ay önce içimde bir deniz vardı benim. Derindim. Düşündüm. Konuştum. Anladım onu hep ve alıştım. Hepberaber ve hep beraberdik.

Simdi o içimdeki deniz, beni içine aldı.Her anım her saniyem onunla. Bedenin yetmediği yerde aklımla, ruhumla. Dünyaya yeniden gelsem yine anne olarak gelmek isterim, hemde koşa koşa ama yine Denizin annesi olacaksam tabi.

Içimdeki denize sesleniyorum; minicik bir cücüksün şimdi. Varolduğunu öğrendiğim an kalbime düşen aşkın katlanıyor hergün haberin olsun. Bu satırları tekrar tekrar okurken, elindeki bastonu bırakıp, gömleğinin cebinden yakın gözlüğünü çıkarmak zorunda kalacak kadar uzun ve mutlu ömrün olsun...

                                                                Annen



16 Eylül 2012 Pazar

Benim KOCAm CANım !!!

Canım, eşim, aşkım, sevgilim ve en yakın arkadaşım. En önemliside bu galiba en yakın arkadaşım.

Universite son sınıftayken pedogojik formasyon derslerimizden biri rehberlik! Levent Hocam kulakları çınlasın... Bir gün demişti ki "Aşık olup sevdiği kişiyle evlenen insanlar şanslıdır, ama hem sevdiği hemde iyi arkadaş olduğu kişiyi bulup onunla evlenen insanlar çok çok şanslıdır".

Lise 2. Sınıftan beridir hayatımın en güzel, en özel, en mutlu, hem en inişli, hemde en çıkışlı duygularını yaşadım onun yanında. Kavga ettiğimiz de iki kere küstüm ona, hem sevgilimi hem en iyi arkadaşımı alıp gitti diye. Mutlu olduğumda, yeni birşey duyduğumda, yeni bir yer gördüğümde yani paylaşılabilecek olan ne çıktıysa karşıma, o olsun yanımda, ona anlatayım, onla konuşayım, onla paylaşayım istedim hep. Ve hep ondan EMIN oldum, en az kendim kadar. En güzeli, en yürek dolduranıda budur benim için. Adamlığından, insanlığından EMIN olmak çok başkadır bir kişinin. Kendini, ruhunu, canının en içini teslim edersin ona hiç kuşkusuz, öylece, olduğu gibi...

Günün birinde çoğalacaksak da yine onla olsun isterdim, oldu! CANımız, Denizimiz bizimle olmak istedi geldi. Herkes çocuğunu yapmaya birlikte karar verir, biz kendisine biraktık, çocuğumuz var olmak istiyormu dedik, istedi. :)

Işte benim için değerine paha biçemeyeceğim bu KOCAman adama, KOCAma söylenmesi gerek olan bir iç selim var sekiz aydır. Sabrından, hoş görüsünden, anlayışından, ilgisinden, sevgisinden, aşkından beni hiiiç mahrum bırakmadığı için edilecek çooook teşekkürüm var kendisine. Olması gereken her yerde ve hep olması istendiği gibi nasıl davranabildi şaşkınım. Kitaplarda bir yeni anneye nasıl davranılacağı anlatılır hep. Aynen bizim evin halleriydi anlatılan. Doğumum başladığı andan itibaren nasıl bu kadar ustalaştıgını anlayamadığım bir sıcak kucak oldu bana gönlüyle... Oğlumuzu kucağımıza almamızı sağlayan en önemli insan KOCAmdır çok kesin ve net! "Nasıl yenidoğan babası, nasıl yeni doğuran kocası olunur?" onun fikri alına!!!

Benim doğum koçum, psikoloğum, güç kaynağım, hayat arkadaşım, cücüğümün babası ve tabiki en CANım.

CANımmm!!! Seni çok sevdiğimi söylemişmiydim? :)

15 Eylül 2012 Cumartesi

Anne-Baba "CAN" dır !!!

Herkesin anne babası kıymetlidir söz ola beri gele!

Ama ben anne ve babamın bugün itibariyle 8 buçuk aydır üzerimdeki haklarını anlata anlata bitirememekle mükellefim şu vakit.

Aralık 2011 yılın bitmesine üç gün kala, bir kuduruk oğlan dayanamaz anasının karnında kalmaya. Hülyacığımın dediği gibi toplamış tası tarağı geliyor.  Henüz doğuma üç hafta var. Ben dogum iznine cuma ayrılmışım ve bir gün önce doktorumuzun söylediğine göre bir haftadan önce gelmesi mucize olur!

TA TAA MUCIZE !!! Henüz bacaklarımı uzatıp yatamadan, annemle iki lafın belini kıramadan,  odasına ördüğüm halıyı bitirmeden :) , arabamı tamirden alamadan kısacası henüz daha beklemeye başlamadan gelesi oldu bizim o gün itibariyle ismine karar veremediğim deniz oğlan.

Aksam üstü 7 gibi sular seller !!! Baba evde yok, halı saha maçında:) tıpkı daha önce  fantazisini yaptığımız gibi :) Stresli, kavgalı dövüşlü, ama dopdoğal, ağrılı sancılı ve en müdahalelisinden bir doğumla ardından çığlık çığlığa bir nurtopu...

Doğum sonrası yaşanabilecek tüüüm depresyonlara davetiye, sonraki komplikasyonlarda hediyesi :( Artı doğumhanede içimden çıkan kırmızı dudaklım yoğunbakımda tırnaklarına kadar morarmış, anlamadığım anlamakta istemediğim bir sürü kabloyla, boruyla yanlızlık gidermeye çalışıyor :(

Işte anne babanın CAN olanları burada kendini göstermeden yükü sırtlanıp işbaşı yapar. Gece aniden gelen telefonla koşar adım evden çıkıp yollara düşer, ama tepsi kadar hediye aldıkları altınıda unutmadan. Gecenin leylisinde hastaneye varırlar. Kızları, canları, ilk heyecanları perişan, şaşkın, baygın!!!  Ne kadar kötü durumda olduğumu kendi hislerim yerine karşımdaki insanların bana bakışlarından anlamıştım o gece...

Bir günü bile geçirmenin  benim için ömür olduğu zamanlar geldi geçti. Şuan 8 buçuk aylık kuzum bu güne bir sihirli değnekle gelmedi. Yeterince fiziksel sıkıntısı olan annesinin laçkalaşan sinirlerimiydi bunlara sebep bilinmez ama çooook zorlu bir sekiz ay geçti hala da geçmekte, ama derecesi orta şiddette. Bu zaman diliminde kah Istanbulda kaldik kah memlekette, ama her yerde elleri üzerimizde olan bu iki CAN INSAN sayesinde geldik bu günlere. Yerine göre uyumayan torununu ayağında sallayan bir dede oldu o CAN, yerine göre kızım birazcık uyusun diye sabahın beşinde korüdorlarda gezindi kucakta bebeyle. Heerşeye rağmen bir kere bile mama verilmediyse denize, tüm histerikliğime rağmen işler tıkırında gittiyse en büyük kahraman NAZLICAN dır. Yorgunluktan vücudum iflas etmediyse gizli kahramanım, hayatında hanımsız hiç tek başına olmamış ama bu süreçte annemi yanıma gönderip aylarca yanlız yaşayan BABAM dır. Ne annesi ne kızkardeşi nede işini görecek bir yakını olmayan bu gizli kahraman tüm işini kendi yaptığı gibi dışarda yemek yiyemediginden tüm kış iki yumurta kırmacasına karın doyurur ve  şikayetçi olmaz halinden. Bu iki CAN aylarca nazımı çekerler hiç usanmadan, oflamadan. Her an her dakika depresyonun doruklarında olan kızlarına kaprisçeker makinesi olurlar. Söz birliği yapmiş gibi hep daha iyi olacak, hiç moral bozacak birşey yok herşey düzelecek, hepsi geçecek tesbiğini aylarca çekerler insanüstü bir sabırla. Dedim ya ana baba CAN dır.

Sanılmasın üzerimde hakkı olan sadece anam babam. En büyük desteğim eşim CANIM yol arkadaşım. ( ayrıca bır başlık açılmayi hakettiğinden kısa geçiyorum :)). Ve en az annem kadar CAN olan şefkatini, hoşgörüsünü hiç eksik etmeyen kayınvalidem annem Kadriye sultan. Ablam olsa daha fazla sevemezdim Hülya'm. Aynı karnı paylaştığım kız kardeşim Nermin ve kardeşim kadar CAN Şerife'm.

Yazmaya başlayınca anladım ki sözler okadar hafif kaliyor ki hislerin yanında. Sayfalar dolusu yazsam yazsam yinede karşılık gelmesine imkan yok. Eğer çocuk doğurmadıysanız yada cok yakınınızda bir çocuk doğup büyümediyse loğusalığın ne demek olduğunu anlayamaz bu sözlerimi anlamsız bulabilirsiniz. Dokuz ay önce olsa bende anlamazdım çünkü :)

Insan bir başkasında eleştirdiği şeyi yaşamadan ölmeyecektir diyor Hz. Muhammet. Çok doğru, tecrubeyle sabittir :) Herkesin huzurunda kırıp döktüklerimin utancına rağmen arsızca helallik istiyorum CANlar...