13 Ağustos 2014 Çarşamba

ACILARIN BLOGU

Başlıktan da anlaşılacağı üzere can sıkıcı bir yazı geliyor.

Deniz okula başladı, ta taaaaa !!!

Tabi başlamak denirse :(  Haziranın son haftasından beridir alışma, alıştırma, oryantasyon, yumuşak geçiş, çaktırmadan başlatma artık adına ne denirse. Bayram tatili araya gireceğinden hep anneli bir okul oynama-eğlenme ortamının ardından, geçtiğimiz hafta çarşamba itibariyle anneden bıçakla keser gibi afedersin bir ağaç kökü söker gibi ayrılma durumu söz konusu. Yada ayrılamama mı demeliyim bilemiyorum. İnatçı ve dirençli çocuk anneleri ne demek istediğimi şıp diye anladılar. Bunun üstüne birde duygusal, sinirleri yıpranmış, 31 aydır yorulmuş anne varsa işin içinde oooh tadından yenmez. Kısa metrajlı uzun replikli reklam filmi :) Kamu spotu!!!

İkna etme çabaları, ödüller, bilimum pedagojik öneriler, azcık ucundan tehditler bla bla bla. Yaramıyor arkadaş işe yaramıyor. Sabah keyifle kalkıp kahvaltıyı yapıp ınınınnnnn gitme saati gelince musluklar açılıyor ve film başlıyor.

Annelik ne zor arkadaş, ağlamasın istemek ne zor. Gün içinde bin bir sebepten ağlarken hiç hissetmediğin o duyguyu, öyle bir körüklüyor ki okula giderken ağlaması, içinden kendini parçalamak geliyor insanın.

-neden soyundun anne?
-giyinmek için.
-neden giyiniyorsun anne?
-e çıplak durmamak için.
-neden çıplak durmuyorsun anne?
-e dışarı çıplak çıkamam.
-neden dışarı çıkıcaz anne?
-arabamıza binmek için.
-nedene arabamıza binicez anne?
-e gitmek için.
-nereye ????
....... sessizlik.......
-okula
-ciyaaaaaaaakk!!!

Anladınız değil mi, hem kafası çalışan hem konuşan bir bebeyle iletişim ne kadar zor. Hangi yoldan gitsek hepsi okula çıkıyor :)

Modern dünya diye başlayan, çocuklar anneye ihtiyaç duyar ile devam eden vıdı vıdılardan hiç bahsetmiyorum bile. Evet dünya artık modern ve zor, anneler çalışmak zorundalar, çocuklarda annelerine ihtiyaç duyar ve küçükler. Bu pay ve payda hiç sadeleşmiyor maalesef. MECBURSUN!!! Başka çaren yok. İçin kıyıla kıyıla, bu çocuk bu okula GİDECEK!!!

Ama gel gelelim sabahları inat, tutturma yada anlamsız ağlama olmayan, anneden ayrılacağı için, kaygı, endişe, korku ağlaması olan ağlamayı ne yapacaksın. Kendini güzel ifade ettiği için gururlandığın bebenin, 'okula gitmek istemiyorum, çünkü seni çok seviyorum ve senden ayrılmak istemiyorum anne, sende gel istiyorum' ifadesini afedersin nerene sokacaksın. Teoride belki teselli ettiğin patates çuvalı gibi olmuş kendini, pratikte nasıl ayakta tutacaksın.

Diyor ki bu sabah;
-anne ağlamak istiyorum, ama ağlayamıyorum,
-e ağlama annecim,
-ama içimde çok ağlamam var. Buyrunuz buradan yakınız.

Seni kullanmasına izin verme, duygu sömürüsü yapıyor, o seni çözmüş, ağlamayı kusmayı kullanıyor.... Ardı arkası kesilmeyen tesellilere desteklere ne diyeceksin. Dünyaya 2,5 yıl önce gelmiş, anne ve çevresinden başka sosyal ilişkisi olmayan, iş hayatının değişik politik davranışlarına maruz kalmamış, entrika çevirmeyi bilmeyen, kafasında kırk tilki döndürüp profesyonel davranmayı öğrenecek bir ortamı olmamış olan bebe, nasıl oluyor da seni kullanmayı öğreniyor  değil mi? Ben mi fazla iyimserim, yoksa bu bebeler anne karnında mı öğreniyorlar insanları kullanmayı. Ağlıyor arkadaş sadece ağlıyor ve diyor ki İSTEMİYORUM ANNE, bu kadar basit. Annemi istiyorum diyor, ağlıyor, canı acıyor çünkü ve acıyı doruklarda hissediyor, kusuyor.

 Hani daha iki yıl önce dünya ona yabancıydı, anne memesi teselli bulduğu tek yerdi, sarıp sarmalamak kucağa almak gerekirdi. Hani ateşli bir hastalık geçirmesi bile onun için bir travmaydı, huyunun değişmesi normaldi. Hani yeni bir ortama girmesi, farklı yüzler görmesi ona ağır geliyor anlayışlı olmak lazımdı. Ne oldu? Bu çocuklar 2 yılda dünyanın içini yedi de kabuğunda mı gezmeye başladı. Ne oldu entrikalar çevirecek kadar gelişti mi beyin kıvrımları, kucakta sarıp sarmalarken. Ne çabuk büyüdüler de, anneden ayrılmayı bu kadar kolay karşılamak gerek, daha önce girmediği bir ortamda kendini güvende hissetmesini bu kadar kolay beklemek gerek. Teselli etmeyiniz efendiler, olmuyor. Yada ben ve Deniz uzaylıyız da dilinizden anlamıyoruz. Zaten ben bu kadar duygusal olursam o hiç alışamaz diyceksiniz değil mi? Demeyiniz, kendinize saklayınız.

 Çünkü gece sabaha kadar ağlayarak, defalarca uyanıp 'beni bırakma anne'  'beni neden bıraktın anne' diyen, sabah kaldırdığınızda bugün okulum tatil değil mi diye kalkan bir çocuğu ikna edip, yedirip içirip, toparlayıp götürmek, öğretmen zorla alıyor olmasın, aman öğretmenine karşı kötü hisler beslemesin diye ittire ittire kucağınızdan indirmek yeterince zor. Demeyiniz.Ağzınızı torba gibi büzünüz ve diyeceklerinizi ortalık sakinleştikten sonra 'ben demiştim, sen fazla duygusal davrandın o dönem' gibi geçmiş zaman kipine çeviriniz ki, en azından 'geçmiş günün hesabını soracak halim yok' diyebileceğim, tahammül edilesi bir hale sokunuz.

Bağıra çağıra ağlamak istiyorum, ama ağlayamıyorum. Çok ağlamam var ama tutuyorum!

28 Kasım 2013 Perşembe

22. ay sonu

Adam!

Bugün artık 2 yaşa bir ay var. Yani 23 aylık oldun. Geriye dönüp ne durumdasın yazmak lazım dediğim hergün içimde keşkeler :)

Ve önceki ay yazdıklarımı kaybettim galiba eyvah !

En son pedagog ziyaretleri sonrası yapışık  ikiz olduğumuz günler sona ermiş ve Deniz şaşırtıcı bir şekilde anne kucağından, birkaç dakikalığınada olsa, yere inmiş ve farklı odalarda olmak suretiyle, sayılı saniyeler (iki elin parmağını geçmeyen) kadarda olsa kendisi oynayabilmeye başlamıştı.
Geçtiğimiz ay ise oyun ayıydı diyebilirim. :) Evde koşuşturarak oynayan bir Deniz var bu ayın öznesinde. Evin içinde dört dönen bir Deniz. Heryere giden heryere koşan kurcalayan bir Deniz. Artık kendisinden rahatlıkla 'Denifs' diye (tıslak bir S harfiyle) bahseden , her markete gidiş te dışarı çıķışımızda bulduğu en ufak basamaktan iki ayağıyla birden zıplayan, sabahları beni anniii ciniiim diye uyandıran ve artık dili çözülmüş üç kelimeli cümleleri, ekleriyle birlikten bütün kelimeler çok rahat kullanan, konuşan  bir adam :)

Ve tabi çok arkadaş edindik bu ay. Önce parkta Ayf (Alp) ve annesi İpekle, sora İla (Ela) ve annesi Didem, sora Masaaa (Masal) ve Öflem (özlem), zaten arkadaşımız İlayla (tam da böyle) Ayfun (Aysun) ve hafta sonu  çok çok anneli bebekli bir grubumuz oldu :) sosyallestik hepsini çok sevdik :) buluştuk oyunlar oynadık. ama Ayfi çok duydum ağzından ve hepsinden akadişler die bahsettin hergün.

Her parka gidişimizde akadeslerrr  deee !!!

Hayat hep gülücüklü değil elbette! Bazende ağlamaklı :( Malesef acı kaybımız var bu ay :( Yazın yanına gittiğin kucağına oturup büük annane dediğin anneannemizi kaybettik. Ayşe kadın vefat etti. İşin iki acı tarafı var benim için aslında. Bugün kaybettiğim anneannem değilde anılarımdaki anneannemin yok oluşu ve tabiki dedemin yanlız kalışı canımı çok acıttı. Yoksa son zamanlarında yaşadıklarını düşününce yaşamaya devam etmesini istemek bencillik olmalı!!! Ama ölüm ya işte her ölüm erken her kayıp can yakıcı :( Sen bunun ne kadar farkındasın şuan tam anlayamıyorum ama bir hafta ben izinliydim yanyanaydık, geçen hafta ilk defa babaanneyle bir hafta geçirdin, bugün ben sınavdayım sen teyzeylesin haftaya tekrar babane :) Anneannen ne zaman dönecek birşey söyleyemiyorum şuan ama özledin mi demeye yada sen merak edip soracaksın diye korkuyorum.

Geçen hafta  babaanne küçük odada namaz kılarken yanına gidip annane sen geldiiin? Deyişin aslında durumun ne kadar farkında olduğunun göstergesi ama napalım, yapacak bir şey yok.

Birde önümüzdeki ay dolacak iki yaşın için ne yapalım kaygısı var tabii. İlk yaşında yanlızdık baba anne ve Deniz. Kucak kucağa öpüp koklaya yılbaşı ve doğum günüydü ilk yaş. Niyetim bu yılda yanlız olmaktı ama dün bir doğum günü kutlaması oldu çizgi filmde ve sen iiii ki doodun die dolanınca etrafta durumdan mutlu olacksin sanki die dusundum. Kalabalik bir organizasyon yapmasamda çekirdek kadri belki iki mum bir hediye şarkılı türkülü bir parti yapabiliriz :)

O yada bu şekilde işte koca iki yılı deviricez kısmetse bir ay sonra. Ne kadar uzun ne kadar kısa dimi :)
Anne olmadan önce mükemmel bir anneydim (Blogcuanneden alıntıdır) :) Şuan ne durumdayım bilmiyorum ama hiç bişeye yetişemeyen, sürekli keşke diyen ve hep yorgun bir kadın hissediyorum kendimi.

Sadece  karşıdan öyle görünmüyor olması tek temennim :)

23 Ağustos 2013 Cuma

GELECEĞE DUA

Ne özel bi gündü bugün nede unutulmaz bir şey yaşamıştık. Çok uzun zamandır yazmak istediklerimi düşünüp düşünüp ofladığım oluyorduya işte, işte tam da o oflardan biri sırasında oldu yazmaya başlamam.

Duaların en çok kabul olduğu zamanlar kalbin farkındalığının yüksek olduğu, bilincinizin bi farklı açıldığı zamanlarmış. Ben hayatım boyunca pek çok kez yaşadım bu zamanları, tabi adını ilham gelmesi diye koymuştum. Gece yarısı olmuştur, gözünde ne bir gram uyku, nede bundan en ufak bir rahatsızlık duygusu. Aklına sürekli yeni fikirler geliyordur ve yeni projeler için beyin fırtınası :) Bir yürek coşkusu, heyecan ve içinin içine sığmadığı bir sabırsızlıktır yaşadığın. Kalkıp düşündüklerini not alırsan ne ala çünkü birgün sonra herşeyi hatırlasanda o aşkı hevesi kaybedersin.

Bu kısmı biraz uzattığımın farkındayım. İşte şuan da yine benzer bir duyguyu yaşıyorum. Denizimi yani seni uyuttum ve her zamanki gibi gözümün yatakta olması gereken yerde anladımki yatsamda uyuyamıycam.

Değil uyumak dönüp durmaktan seni uyandırıcam. İçimde bir heves ve heyecan. Aslında seninde öyle, görüyorum. Ama duygularını benim gibi bizim gibi göstermeyi öğrenmedin henüz.
Üç hafta önce bizi uşağa bırakıp İstanbul'a dönmek zorunda olan babamız kocamız CANımız yolda şuan.

İçimdeki  kuş yoruldu uçuşmaktan :)

Şuan 19 aylık koooskoca bir adamsın oğlum.

Bundan sonrada bundan önce olduğu gibi tarihe notlar düşmek isteyip yazamıycam çok şey olucak biliyorum. Ama bilmeni isterimki bu gecenin, babanın gelişinin içimde uyandırdığı heyecanın, içimdeki kuşun, aklımdaki ilhamın yada kalbimdeki farkındalığın, işte hangisini seçersen, adına ne dersen de. Bu duygunun verdiği cesaretle kaleme aldığım bu yazı senin için geleceğe bir duadır.

Tüüüm kalbimle ve içtenliğimle seni cok sevdiğimi bil, ve hep hisset. Seviliyor olmanın sana verdiği özgüvenle büyü bebeğim. Geleceğin AYDINlık olsun. Tek başına yada hepimizle YAŞAMAK seni hep mutlu etsin. İyiki dünyaya gelmişim dediğini hep duyur bizlere, koltuklarımızı kabart. MEMNUN ol, bulunduğun duruma boyun eğmek için değil, güçlü olmak, gücünü kullanmak için, içinde bulunduğun şartlardan bizlerden memnun ol oğlum. Dimdik bir duruşun, doğru bildiğinden şaşmayan bir kişiliğin olsun. İnatçı ve asi tavrını, hayata karşı, kötü olan herşeye karşı kararlılıkla sergile. GÜCÜnü sana olan sevgimizden, birbirimize inancımızdan ve bağlılığımızdan al.

Bunların ışığında ne kadar BAŞARILI olmak istiyorsan o kadar ol. Allah sana, sen neyi ne kadar istiyorsan o kadar versin. Ne fazla verip şaşırtsın, ne eksik verip aratsın. Kararında kıvamında yerli yerinde bir hayatın, seni en az benim kadar seven arkadaşların ve sana ömür boyu değer verip, gözünün içine bakınca ışıklar saçan bir sevdiğin olsun.

Hep MUTLU ol oğlum. Hep GÜÇLÜ ol. Önce kendin için yaşa. Kalbin hep sevgiyle dolu olsun, sevmeyi bil, önce kendini ve tabiki sonra da seni sevenleri, bizleri.

28 Aralık 2012 Cuma

Zeynep Birdane...



Dert, tasa, hayatın ne kadar yorucu olduğu üzerine kurulu bir bilinçle gün geçirioruz ne acı. Oysa acı olan minicik bir bedenin henüz farkında bile olmadığı boyundan büyük kayıpları.

Duyduğumda saatlerce beynimden vurulmuşa döndürdü beni bu haber. Önceleri bukadar derin yaralanırmıydım bilmem, ama şuanki  hislerimin tarifi yok, ciğerime diken saplanmş gibi.

Minik Zeynep'in yüzü kanlar içinde taşların arasında şaşkın bakışları gözlerimin önünden gitmiyor ve gitmeyeceğe benziyor uzunca bir süre.

Kader böyle birşey mi, buna insan müdahalesi ne kadar etki eder?  Yaradanın bir bildiği var, evet ama nasıl bir çile başladı şuan farkındamısınız.

Anne babası yoklar artık, ölmeye hakları bile yokken, şuan en ölmemeleri gereken zamanken, 1 yaşındaki kuzularını bırakıp nasıl giderler? O annenin ruhu benenini nasıl terketti kimbilir!!! Neler geçti gözünün önünden, nasıl bir çaresizlikti can verirken yaşadığı?

Ya Zeynep ... Denizimde bir yaşında bugün. Aklım almıyor olmadığımı. Olmadığımda Deniz'in nasıl olmaya çalışacağını. En sakinleşmek istediği anı, ağzını burnunu annesinin göğsüne sürerek ağladığını düşündükçe kalbim düğüm düğüm oluyor. Ne yapacak Zeynep kuzu? Nasıl çıkacak bu boyundan büyük acıyla hayat kavgasından? 'Nasıl bir gelecek bekliyor?'u düşünmüyorum bile daha, acı tatlı yaşadığı bu koca bir yıllık ömrü kadar, bir yılı daha, bir bir yılları daha nasıl geçirecek annesi olmadan? Hastalandığında başında kim bekleyecek demiyorum bile, uyandığında annesini arayan gözleri kime bakacak, kimle avunacak. Her ağladığında sığındığı, sıcacık ana kucağı olmadan, içi kocaman bir boşlukla büyüyecek o kocaman yürekli minik kız, neye tutunacak annesi yokken.

Dedimya kelimeler yetmiyor, tarifsiz bir acı oturuyor insanın yüreğine düşündüğü vakit. Allah sabrını verir geride kalana ama, bir kucak vermeli herşeyden önce Zeynep'e, onu kayıtsız şartsız, karşılıksız ve sonsuz sevecek bir kucak, sabır ikinci planda.

Hasta olmaya, ağlamaya, yorulmaya bile hakkı olmayan bir anne nasıl olurda ölebilir! Nasıl olurda bir kuzu bu kadar erken anasız kalabilir, Allahım günah yazma, hayırda şer de sendendir ama, bu nasıl bir şerdir...

29 Kasım 2012 Perşembe

Zar 'ZOR'

Namı diyar Süleyman Çavuş, bilir kişi. (kendileri annemin rahmetli dedesi olur)  Bazı insanların hayatla haşir neşirliği pek çoğumuzdan farklı olur. Bir başka saygı duyulur bir başka güvenilir sözlerine. Süleyman çavuş Uşak'ın bir köyünde yaşar ve askerliğini çavuş olarak yapmıştır. Köy yerinde sözüne güvenilen Süleyman'a birde 'ÇAVUŞ' sıfatı eklenince geçmişinden, sözü üstüne söz söylenemeyecek bir hükümet yapmıştır köylü gözünde onu. Annemin ve annanemin anlattıklarından mütevellit kimin paylaşılacak mirası olsa  Süleyman Çavuş'a, kime dışardan kız istenecekse Süleyman Çavuş'a, kimin kolu bacağı çıksa Süleyman  Çavuş'a, kimin çocugu hastalansa Süleyman  Çavuş'a şeklinde bir yaşam sürmektedir. Hatta okadar bilir kişi ki emziren bir annenin göğsü şişse (sanırım bu mastit oluyor :)) tavsiye ettiği ilaçlarla derman olan bir lokman hekim. Sözün kısası akıllı, otoriter ve tecrubeli bir dedenin tostorunuyum anliycaanız :)).

Bu geniiiş Süleyman Çavuş tasvirinin konumuzla ne ilgisi olduğuna gelince; bize geçmişten gelen bir teselli Süleyman Çavuş'un öğretileri hatta belkide züğürt tesellisi demeli. Deniz'in günlerce bitmek bilmeyen ağlamalarına bulunamayan çözümler sonunda bir sorun olmadığına, Deniz'imizin normalinin bu olduğuna ikna olma çabası belkide. Annemin söyledigine göre köyde çook ağlayan hatta tam orjinaliyle 'sabaha kadar çığıran'  çocuklar için Süleyman Çavuş'un yaptığı yorum şudur:
- Kızım cok ağlayan çocuk cin fikirli akıllı olur. O yarın  zehir gibi olur, utandırır.

Deniz bugün 11 aylik ve doğduğundan beri bi çareyim. Kendimi hayatımın hiçbir döneminde bukadar çaresiz, bu kadar güçsüz ve beceriksiz hissettiğimi hatırlamam. Aksine becerikli ve pek çok işi bir arada yürütebilen bir yapım olduğu söylenir. Di Deniz'den önce.

İnsanın çocuk sahibi olması hayatında büyük bir değişimin başlangıcı evet, ama sadece fiziki anlamda değil. Yani bende çok farklı boyutlarda bir değişim oldu. Bunun için önce yaradana sonra Deniz'ime müteşekkirim.

Üniversitede formasyon derslerinden birinde insanın gelişimi üzerine felsefi görüşleri incelerken benimsediğim ve iddia ettiğim bir tanesi vardı. 'İnsanın karakteri boş bir levhadır'. Doğduğu hatta anne karnında oluştuğu andan itibaren şekillenir. Annenin hisleriyle, ufacık bir ayrıntıyla, kaçıncı çocuk olduğuna kadar pekçok etken bunu değiştirir yani çevresel etmenler karakterde belirleyicidir diye düşünüp önüme gelen anneleye gevrek gevrek bunu anlatır hatta iddia eder ve yaramaz, uslu vs. çocuk karakteri senin elinde derdim. Offf... ne büyük laf, boyumdan büyük hemde. Çağdaş'ın amcasının küçük oğlu için çok dertlenen ailesine bir bebek ne kadar zor olabilirki 'bebek sonuçta' derdim :) vah ki ne vah.

İşte Deniz'in gelişiyle içine girdiğim değişim tamda bu. Flash back yaşadığım her ayrıntı aklıma geliyor, tüüm hatalı söylemlerimin bir bir hesabını veriyorum. Ben insanlar hakkında pek kötü düşünüp plan program kuramam politik, kaotik bir yapım yok diye düşüp derdim ki egoistçe; ben kötü bi insan değilim, iyi bi insanim ben. :)) Yok arkadaş kötüymüşüm ve şimdi Allah beni Deniz'le sınıyor. Reankarnasyonmu adı dünyada ahiri yaşamakmı herneyse işte ondan.

Tüm açık yürekliliğimle itiraf ediyorum: -Var efendim, zor cocuk var. İnsan boş bir levha değil, rahmime düştüğü anda karakteri belli ve ben yanılıyor olduğumu yeni anlıyorum. Bir bebek o kadar zor olabilir ki tüm yetilerini kaybettiğini düşündürebilir insana.

Şimdi bir durum tespiti yapalım. 'Gönülsüz sevişmeden huysuz çocuk doğarmış', en geriye gidelim :))  Burda bir sıkıntı yok. ;) Devam ediyorum, 'zor hamilelik huzursuz çocuk demektir' dediler, belkide dünyanın en keyifli hamilesiydim. Ben ki dokuz ay boyunca bulutların üstünde dolaştım, etrafta ne ufacık bir sinir, ne minicik bir gerginlik. Ve 'sezeryanla doğan çocuklar hassas olurmuş' al sana ağrılı sancılı normal doğum. Hiç bir varsayım bizim üzerimizde etkili değil görüdüğü üzere. :)))

Ani bir gelişti evet, ama kuzum doğdu, hastane yoğun bakım, oydu buydu eve geldik. Okadar uslu okadar sessizdi ki, annesi yana yakıla yaralarını sararken uyudu Deniz'im 3 hafta, bakmalara doyamadık. Derken bugün gibi hatırlıyorum 3 hafta bitti, bir avaz başladı Deniz'de ama ne avaz. Hele ara ara bazı dönemlerimiz varki, blok halde bir ay boyunca 1 kare fotograf çekememişiz mesela :)). Ve bugün itibariyle 11 aydır neler yapmadık ki, hayatta yapacağımı hiç düşünmediğim. Bu arada arayışlarımda sürekli sonuçsuz kaldı elbette. Çok kısa birkaç anneyle benzeri dertleşmelerin ötesine geçemedi bulduklarım. Sonra düşündüm ve şöyle bir sonuca vardım; bebeklerle ilgili kitaplar yazılır, tavsiyelerde bulunulur, Çünkü pek çok annenin tecrubelerini paylaşması bir örnek olaydır bilim dünyasi için. Ama birde kitaplarda cevap bulunamayan bebekler vardır ki, o bebeklerin anneleri bırakın yazıp çizmeyi yaşamayı hatırlamak için bile baya zorlanırlar bebelerini büyütünce. Zor bebeklerin anneleri paylaşımda bulunamadıkları ve bebekleri büyüdüğünde ise, yaşadıklarının çoğunu unuttuklari için literatürlerde pek zor bebeklere rastlamak mümkün değildir bence :))

İşte en başta dedim ya züğürt tesellisi belkide diye, her sey bitti Süleyman Çavuş'un sözlerinden bile medet umar duruma geldiğim oldu.

Önce 40 ımızın çıkmasını bekledim hep öyle dediler olmadi, Deniz'im 40 gün hem ağladı hem uyumadı. Sonra 3 ay dediler koliktir geçer, gördümki kolik bizi ifade etmiyor. Çünkü kolik bebekler saat 7'den 11'e ağlıyor, oysa Deniz'im gün olur sabahtan akşama ağlardı. :(

Gece sabaha kadar hiç uyumadığım çok oldu ama bazen Çağdaş işe giderken, nasıl aksam olacak bugün diye ağlardım. :( Çünkü Deniz hem kucağımdaydı, hep tosuncuktu, hem uykusuzdu, bütün gün Deniz kucağımda dolaşacaktım ve ben uyunmamış bir gecenin sabahındaydım, hatta işin kötüsü birgün öncede uyumamıştım ve hatta hatta bir gün öncede :((

O durumlarda fiziksel çaresizliklerim vardı bir cebimde. Diğer cebimdeyse doktor doktor gezdirilmiş ve herşey normal huyu böyle diye eve dönülmüş bir bir başka çaresizlik. Bir derdi var ve ben onu bulamıyorum durumu. Hoş o durum hala mevcut bu bünyede, ama üzerinde düşünmemeye çalışıyorum  yoksa azcık toparladığım ruh saglığımı yeniden yitirebilirim yeniden. Haftalarca memeyi sadece ayakta gezerek ve aspratörun altında aldı mesela.  Kime sorduysam şaırdı, biz öyle bişey hiç yaşamadık bilemiyorum.

İlaç mı? 'Bebeğime asla vermiycem' dedim, aylarca sadece kakasını yaptırmak için bile fitil kullandım.  Huysuzluk hat safhalara vardığında, ağlama krizlerinde parasetamol verdim pişmanmiyim? -Bilmiyorum, ama bildigim bişey var: 'Çaresizliğim tek gerçekti'.

Sadece günü geçiren annelerden olmam  asla dedim, birgün sonrasını hatta bir yıl, on yıl sonrasını düşünerek yaşarım derdim, şuan gün değil anı kurtarsam şansli hissediyorum.

Bunların yanında aniden gelen kriz ağlamaları bazen suçlu kadın bakışlarına bile sebep olmuş olabilir. Markette öyle bir çığlıkla başladıki birgün ağlamaya tüm insanların gözünde tek bi ifade ahh yavrum bişey yaptılar çocuğaa, niye öyle ağlattın bi yerini mi acıttın - Yok o hep öyle :(((

Okuduğum bir makalede bebekleri üç çeşit olduğundan bahsediyordu: kolay, tepkisiz, ve zor bebekler. Hiç birşey yapamayan bir bedene çok şey yapmak isteyen bir ruh girmiş gibidirler diyordu. CUK!!!

Her an ayakta ve kucakta olmayı artık önemsemiyorum, bu pozüsyonda birde yeni şeyler yapmak istiyoruz surekli..

Elim boş kaldıkça aklım senaryolar yazmaya devam ediyor hala, ilk üç hafta görenleri şaşırtan kuzuma ne yaptım bende bu hale geldik diyorum.

Rahat anne-rahat bebek sözünü duydukça daha çok geriliyorum mesela. Bundan daha  rahatsız edici bir laf yok zor bebek annelerine. Durumun böyle olmadığını bunu sadece tecrube eden bilir. Acaba annenin rahat olmasının bebeğin mizaciyla ilgisi olmasin?? Yoksa rahatlığı kanıtlanmış çok anne tanıyorum bebekten sonra pozitifliğinden eser kalmayan.

Yazılıp çizilecek okadar derdim, ahım, var ki bu konuda. Kağıda karalayamadıklarımı sanal kağıtlarda, bir köşede kalsın günün birinde ya bana yeniden ayağa kalkmak için, ya bir başka bir anneye 'evet bende bunları düşündüm' demesi için yada Deniz'ime, okuyup bana daha sıkı sarılması için lazım olacağını düşünerek bu bloga kaydediyorum.

Evet zar zor geldik biz bu güne, hala da cok kolay ve rahat değiliz. Tesellimiz kuzumuzun sağlıklı olması. İyi kilo alması herşeye tepki vermesi vs. uykusuzluğun yorgunluğun geçeceğini biliyorum en azından, ama bazı davranışların kalıcı olmasından endişeliyim zaman zaman. Bu hırçınlığın kuzumun kişiliği olmasından, en önemlisi onun sürekli memnuniyetsiz ve mutsuz olmasını kabul edemediğimden bu kaygılarım. Mutlu olsun istiyorum ne yapayım.

Tracy Hogg, Süleyman Çavuş ve daha bir çokları zor çocukları kabul etmişken analarmı etmeyecek haşa ne haddime. Dünyanin en şanslı kadınıyım bukadar akıllı bukadar mis kokulu bir kuzum olduğu için. Hamileyken hep dua ederdim akıl sağlığı dahil herşeyi tam olsun Allahım diye. Çok şükür binlerce kez. Ama insanız sonuçta, canda cananda vazgeçilmez ya,  şu  dil laf edebilecek biryer buldumu laftan, şikayetten, dırdıan kaçınmıyor vesselam.

Mutlu, umutlu kendine yeten iç huzuru olan bir yürek olsun istiyorum çok mu?

15 Ekim 2012 Pazartesi

Bir tane de benden olsun...

Şimdi okuyacaklarınız hakkında çok yazılmıştır eminim ve yazılacaktırda hep. Çünkü insan çok yoğun duygular hissettiğinde dökmek paylaşmak ister. Ve bunun için en müsait zaman, hem bedeninde hemde ruhunda hissettiği çoğalmanın sancılarını yaşadığı, anne olduğu zamandır.

Ne zaman anne olur insan bilmiyorum. Ben doğarken zaten yarım anneydim :). Çünkü adım annemin karnındayken verilmiş nerimAN. Diğer yarısıda Deniz doğduğunda oldu nerimANNE.
Ruhu gezgin bir tip oldum ben hep, sürekli arayışta olan bir hastayımdır belkide bilemiyorum. Pek oturup keyif yapamam mesela, hamileyken bile olduğu gibi. Alışkanlıklarım yoktur benim. Ooohhh be şöyle bir kahve keyfi yapayım diyenlere imrenirim. Her sabah kahve içmişliği olmak hayata yerleşmek demek ya, ben hayata yerleşemedim hiç. Pabucunun içine taş kaçmış gibi, hani böyle  külodu poposunun  arasına sıkışmış gibi rahatsızım yani her daim. Sanatçı okulları mı böyle yaptı beni bilmiorum? Bişey yapmalı durumu var hep. Hani yaratıcılık olgular arasında kurulmamış ilişkiler kurmakya beynim hep öyle çalışır, hayatta kurulmamış ilişkiler ararım. Kendimi sabitleyemem ama istikrarli devamlılıklarım olmadığından pek bir işe de yaramaz bulduklarım. Zaman zaman kendimi fiziksel yorgunluk sağlayacak işlere sokmuşluğumda vardır düşünmekten yorulmamak uğruna.

Hal böyleyken bu gezginlik bir yandan başka bir duruma sokmuş beni alışamamak. Her neyse bu işte, alışkanlık haline getirememe durumu, kendi başına bir özellik olmuş. Bunun adı özgürlükse evet ben öyle biriyim. Alış verişle vakit geçirmeyi çook paralar harcamayı sevmem ama cebimde her an alış veriş yapabilecek gibi param olsun isterim. Kendimi özgür hissedderim canım istese alırım hesabı :)))

Bu arayış içindeki ruh haliyle şimdi soruyorum Neriman ne?  Anne, nerimANNE evet. Ama anne olmak kucağında Deniz varken miğden ağzına  gelsede kusamamaksa ve Neriman canı istediğinde herşeyi yapabileceğini hissedebilmeli, durumunda bir insansa bu denklemdeki bilinmeyenlere hangi değerleri verecek. Anne olmak hem dışarı çıkıp tek başına hava alayı isterken hem çocuğundan ayrılamamak sa kendi genetiğine aykırı olan bu durumdan memnun olma hastalığı mı demek ozaman? Kadının en GDO lu hali yani anne olmak :)))

Gerçekten ne demek anne olmak? Dokuz ay karnında taşımak, yemeyip yedirmek giymeyip giydirmek yada aylarca uykusuz kalmak mı? Yoksa bunlar aslında anneliğin en kolay yanları da asıl annelik çok daha başka bişey mi? Kendin olamamak gibi, hatta kendin olamadığın gibi hiç kimse de olamamak gibi :) Hiç kimse ve hiç birşey için vermediğin tavizleri  güle oynaya vermek gibi. Hani çatalına aldığın kremalı pastayı geri koymak gibi, elindeki dikeni tam çıkıyorken geri itmek gibi. Neyse ne gibi ama hayatı kursağında tutmak gibi her daim.

Hayatı kursağında tutmaktan mutlu olmak gibi...

30 Eylül 2012 Pazar

Sadece ANNE olmak !

Okullar açıldı, benim için ilk iş günü uzuuun aradan sonra epey uzun geçti, hatta pek geçmek bilmedi. Evdeydim çünkü, ruhum ve aklımla. Sadece cisimdim okulda.

 "Sudan çıkmış balık" denir ya hani, ne kadar gerçek bir sözmüş o. Su nerdeydi, ben neydim, buraya nasıl geldim, şimdiye kadar neredeydim? :( Bulunduğum mekanda bir geçmiş yaşantım var evet. Üstelik herkesi tanıyorumda. Ama bir çıplaklık hissi, yarımlık hakimdi sanki. Gözümün bir tanesini sökmüşümde evde bırakmışım sanki. Hem canım yanıyor hemde göremiyorum bu şekilde :)

Bebekler kendilerini annelerinin bedenlerinin bir parçası zannederlermiş. Bence annelerde bebeklerini kendilerinin bir parçasi zannediyor aslında. Bana yapışık sanki, evde bıraktım diye soluyor, yaşayamıyor bensiz.

Oysaki annemle yani annanesiyle birlikte ve biliyorum yaptığım büyük bir arsızlık, pek çok annenin bebeğini çok daha küçükken tanımadıkları ellere bırakmak zorunda kaldığı canım ülkemde.

Ama annelik arsızlık ya işte. Bir saniyenin hesabını yapmak ya yanında yokken. Uyuması için gözüne bakmak ama uyuduğunda da özlemek ya bebeğini. Ağlamasın diye çırpınmak ama ağlayışını da merak etmek ya ilk doğduğu günler. Yani bir hastalık ya annelik...

İşte bu yüzden kadınlar bir süre sadece anne olmalı, olabilmeli. Ne eş, ne kadın, ne evlat, ne kardeş, ne gelin, ne arkadaş, ne öğretmen, ne de insan, sadece ANNE...

Tadını çıkarmalı kuzusunu koklamanın, hiç birşey düşünmeyebilmenin. Eksiğin fazlanın hesabını yapmayabilmeli, ileriyi geriyi düşünmeyebilmeli. Mesela akıl etmeyebilmeli yanlışı doğruyu, sınırsızca sorumsuzca anne olmalı, öpmeli, koklamalı, beslemeli sadece.

Ve hatta yaradan da bir kıyak geçmeli, uykusuz aylarca ayakta kalabilmeli. Sadece anne olabilmeli.